TRABZON'UN TARİHİ
Trabzon şehri ve bulunduğu bölge hakkında bilgi edinebildiğimiz en
eski kaynak Ksenophon'un Anabasis adlı eseridir. Ksenophon bu eserinde,
babası Dareios'un ölümünden sonra Pers İmparatoru olan kardeşi
Artakserkes II. ye karşı isyan ederek paralı askerlerden oluşan bir
ordu ile M.Ö. 401 yılında Sardes (sahili)'den yola çıkan Batı
Anadolu Valisi Kyros'un Babil yakınlarındaki Kunaksa'da İmparatorun
ordusu ile karşılaşıp yapılan savaşta yenilerek öldürülmesini
ve orduda sayıları onbin kadar olan paralı Helen askerlerinin geri dönüşlerini
anlatır. On binler diye adlandırılan paralı Helen askerleri, Doğu
Anadolu'yu güney-kuzey istikametinde boydan boya geçerek Karadeniz
sahillerine ulaşmak, buradan da deniz yolu ile memleketlerine dönmek
üzere yola çıkarlar. Paralı askerler arasında olan Ksenophon bize
bu tarihi olayın yanısıra geçtiği bölgeler ve orada yaşayan
halklar konusunda da bilgi verir.
On binler dönüş yolunda Erzurum'un kuzeyine düşen ve Osmanlı
belgelerinde Taveli olarak adlandırılan Taoklar'ın ülkesinden geçerek
Khalybler'in memleketine varırlar. Khalbler, On binlerin geçtiği
topraklardaki en savaşçı halk olduğu için, Helenler onların ülkesinde
yağma yapmamış ve Taoklar'dan yağmaladığı yiyeceklerle idare
etmek durumunda kalmışlardı.
Khalybler'in ülkesinden geçip Harpasos (Çoruh) nehrine ulaşan On
binler, buradan Skythenler'in (İskitler) ülkesine girip bir ovada 4 günde
yaklaşık 100 km ilerleyerek köylere varırlar. Bu köylerden erzak
temin eden On binler, Gymnnias adındaki (Bayburt veya yakınlarında)
bir şehre ulaşırlar.
Şehrin valisi onlara, düşman memleketlerden gelebi1meleri için bir kılavuz
verir. Kılavuz Ksenophon ve arkadaşlarını beş gün içinde denizi görebi1ecekleri
bir yere götüreceğini söyler ve yola çıkarlar. Düşman
memleketine gelince, kılavuz, askerlerden orasını ateş ve kılıçla
tahrip etmelerini ister. Beşinci gün Thekhes adındaki dağa vardıkları
zaman denizi görmek için dağa tırmananların haykırışları
arkadan gelenler arasında paniğe neden olmuştu. Çünkü yağmalayıp
yaktıkları memleketin adamları onları takip ediyordu. Bunlarla artcılar
arasında çatışma çıkmış, bir kaçı öldürülmüş, birkaçı
da esir edilmişti.
İlerleyen her birlik önde bağıran askerlerin yanına vardıkça ve
orada kalabalık arttıkça bağrışma da artıyordu. Bunun önemli bir
nedeni olduğunu anlayan Ksenophon hemen atına binerek ve yanına süvarileri
alarak yardıma koştu. Fakat biraz sonra askerlerin "Deniz!
Deniz!" diye bağırdıklarını ve geriden gelenleri acele etmeye
teşvik ettikleri anlaşıldı. Herkesi bir sevinç kaplamıştı.
Askerler hemen taş toplayarak yığdılar ve bu yere bir abide
diktiler. Daha sonra hediyeler verilen kılavuz Hellenler'e konaklamaları
için bir köy ve Makronların memleketine giden yolu gösterdikten
sonra akşam üstü memleketine dönmek üzere uzaklaştı.
Bölgenin coğrafi yapısını iyi bilmenin verdiği cesaretle,
Ksenophon'un bölgede varlığından bahsettiği halklara ait bölgelerin
sınırlarını çizebi1mek için anlatılanları değerlendirdiğimiz
zaman kılavuzun Gymnias'tan sonra kuzeydoğu istikametinde ilerleyip bu
gün Soğanlı geçidinin olduğu bölgeden dağlara çıktığını söyleyebiliriz.
Kılavuzun daha kısa olan Hart (Aydıntepe)-Kemer geçidi yolunu tercih
etmemesinin nedeni Ksenophon'un da yazdığı gibi Skythenlerin düşmanlarına
ait köyleri tahrip ettirip yağmalatmak idi. Ksenophon'un adını
vermediği ve Bayburt ile İspir bölgesinde yaşayan Skythenlerin düşmanı
olan halkın Strabonun M.S.18 yılında yazdığı Coğrafya adlı
eserde bahsettiği Heptakometler veya komşusu Byzerler ya da onların
Strabodan dört asır evvel bölgede yaşayan ataları olması kuvvetle
muhtemeldir.
Gymnias'dan aldıkları kılavuz, bu halkın Soğanlı Dağları'ndaki köylerini
yağmalattıktan sonra Ksenephon ve arkadaşlarına bugün de bir bölümü
hala kullanılan yolu izletir. Batıya yönelip Soğanlı geçidinin batısındaki
Kemer Dağı'nın kuzey eteklerinden geçirerek 5. günde denizi görebilecekleri
Thekhes (bugünkü Madur) Dağı'na ulaştırır.
Kılavuzun dönüş yolunda, düşman arazisinden kendi memleketine bir
gecelik yürüyüşle ulaşabilmesi, dönüş yolunda daha kısa olan
yolu, Madur-Aşot Beli-Yarmice Sırtı-Lemonsuyu-Kemer Geçidi-Hart (Aydıntepe)
yolunu izlemiş olduğunu gösterir.
Ksenophon ve arkadaşlarının Madur Dağı ile hemen batısındaki
Polut Dağı arasında ve Madur Dağının zirvesine yakın boyundan
denizi gördüğünü söyleyebiliriz. Tarihi bir yolun dağları aştığı
bu yerden Araklı Burnu ve Araklı Limanı bir tablo gibi görülür. Bu
yerde ayrıca On binlerin sevinçten yaptıkları taş yığınından
oluşan abideyi anımsatan kalıntılar vardır. Ksenophon ve arkadaşlarını
bölgeden geçtiği zaman mevsimin kış olması sis olmadan bütün
manzaranın ve denizin görünebilmesini sağlamıştır.
Bu yerin 3 km kadar kuzey doğusunda ve bugünkü Kalecik Yaylası'nın
yakınında muhtemelen Romalılar tarafından ve kareye yakın dikdörtgen
şeklinde inşa edilmiş küçük bir kale kalıntılarının bulunması
bu yolun ilerideki asırlarda da kullanıldığını göstermesi bakımından
önemlidir.
Ksenophon Thekes dağından sonra geçtikleri yerlerin Makronların
memleketi olduğunu yazar. İlk gün Makronların memleketini
Skythenlerin memleketinden ayıran ırmağa (bugünkü Karadere) varırlar.
Ksenophon'un yazdıklarına göre sağ taraf yukarıya doğru sarp bir
alan (Polut Dağı'nın batı yamaçları) soldan da asılması lazım
olan sınır ırmağın (Karadere'nin) bir kolu (Yağmurdere suyu) akıyordu.
Bu ırmağın kıyıları ince, ama pek sık yetişmiş ağaçlarla kaplı
idi.
Hellenler (bugünkü Çatak olarak adlandırılan) bu bölgeden mümkün
olduğu kadar çabuk ayrılmak istedikleri için, bunları kese kese
ilerlemeye başladılar. Kıldan elbiseler giyen ve örme kalkanlar ve mızraklarla
silahlı bulunan Makronlar ırmağın karşı kıyısında ve tam geçit
yerinde bekliyorlardı. Birbirlerine seslenerek cesaret veriyor ve taş
atıyorlardı. Fakat attıkları taşlar kimseye rast gelmeden ve
kimseye zarar vermeden suya düşüyordu.
Bu sırada On binlerin arasında bulunan ve Atina'da esir olarak hizmet
etmiş olan birisi Ksenophon'a gelerek bu adamların dilinden anladığını
söyleyerek "Zannedersem burası benim memleketim olacak. Eğer
engel yoksa onlarla konuşayım" dedi. Ksenophon önce bu halkın
kim olduğunu sordurdu ve Makronlar olduğunu öğrendi. Ksenophon'un
"Neden bizim karşımıza çıktılar ve neden bizimle düşman
olmak istiyorlar" sorusuna Makronlar "Memleketimize düşmanca
girmek istediğiniz için şeklinde cevap verirler.
I Hellenler düşmanca gelmediklerini, Büyük Kralla (Pers İmparatoru
II Artakserkes) savaştıklarını, memleketlerine dönmek için denize
ulaşmaya çalıştıklarını söyleyerek karşılıklı dostluk yemini
ettiler. Bu antlaşmadan sonra Makronlar Hellenler'in arasına karıştı
ve onların ırmağı geçmelerine yardım ettiler.
Bir pazar kurarak Helenler'e yiyecek satan Makronlar, üç gün onlarla
birlikte giderek Kolkhlar'ın sınırına kadar götürürler. Burada yüksek
bir dağ vardır ve Kolkhlar bu dağın üzerinde mevzilenmişlerdi.
Burası muhtemelen Trabzon yakınlarında denize dökülen Değirmendere'nin
bir kolu olan Kuştul Deresi'nin doğduğu Seslikaya Tepesidir. Yaklaşık
9600 kişi olan Hellenler, birkaç defa saldırdıktan sonra dağda
mevzilenmiş Kolkhları kaçırıp bol yiyecek buldukları köylerinde
konakladılar.
Burada rasgeldikleri an kovanlarından bugün bölge halkının
"Deli Bal" veya "Tutan Bal" dedikleri baldan yiyen
askerlerde kusma ve ishal başlamıştı. Hiçbirinin ayakta duracak
hali kalmamış, birkaç kişi de ölmüştü. Hastaları iki üç gün
sonra iyileşen Hellenler, Değirmendere Vadisi'nin doğu kısmındaki sırtlardan
iki günde yedi parasang (yaklaşık 36 km) yol yürüyerek Trabzon'un
doğusunda denize inerler.
M.Ö. 400 yılının Şubat ayında Trabzon'a ulaşan Ksenopho,
Trabzon'un (Trapezus) Karadeniz (Pontos Eukseinos) kenarında ve
Kolkhların memleketinde Hellenler tarafından kurulmuş bir Sinop
Kolonisi olduğunu belirtir.
Trabzon'un yanındaki Kolkh köylerinde 30 gün kadar dinlenen Hellenler
çevredeki diğer Kolkh köylerini yağmalayarak yiyecek temin ederler.
Trabzon şehrindeki Hellenler ise onlara bir yandan yiyecek satarken diğer
yandan da özellikle şehrin yakınlarında oturan Kolkhalar'la dostluk
kurmalarına aracı olurlar.
Çevredeki Kolkh köy1erini yağmalayarak yiyecek temin eden On binler,
bir yandan Trabzon'un etrafındaki yüksek tepelerde toplanan Kolkhların
baskısına uğramamak için tedbirler alırken, diğer yandan da
memleketlerine dönmek için hangi yolu izleyeceklerini tartışıyorlardı.
Çoğunluk deniz yolunu tercih ettiği için önce aralarından birini
memleketlerine kendilerini alacak bir filo ile dönmek üzere gönderirler.
Fakat bunun neticesinden emin olamadıkları için Trabzon'daki kolonici
Hellenler'den savaş gemilerini ödünç olarak almayı ve bölgeden geçtiğini
gördükleri yelkenlilere el koymayı düşünürler. Eğer bu yolla on
bin kişiyi taşıyabilecek kadar gemi toplayamazlarsa o zaman da deniz
kenarındaki şehirlerden yolları tamir ederek bir an önce bölgeden
uzaklaşmalarına yardımcı olmalarını istemeyi kararlaştırırlar.
Koloniciler onlara elli kürekli bir gemiyi ödünç olarak vermişti,
fakat bu gemiye atadıkları kumandan gemi ile hemen bölgeden kaçmayı
tercih edince On binler, Trabzon'daki kolonicilerden otuz kürekli bir
gemi daha alırlar. Karadeniz'de ele geçirdikleri tüm gemileri
Trabzon'a getirerek içlerindeki yüklere el koyup, bu yeni gemilerle kıyı
boyunca talan seferlerine çıkan On binler talanda her zaman başarılı
olamıyor, baskın anında ya da dönüş yolunda bölge halkı tarafından
öldürülüyorlardı.
Ksenephon, Kleainetos adlı bir kumandanın kendi bölüğü ile
birlikte başka bir bölüğü de talan için tehlikeli bir bölgeye götürdüğünü,
kumandanın birçok adamı ile birlikte öldürüldüğünü yazmakta
fakat Karadeniz'de gemilerine el koydukları ya da köylerini yağmaladıkları
halklar hakkında pek bilgi vermemektedir.
Trabzon'da oturan koloniciler, şehrin çevresindeki Kolkhlarla dost
olduğu için Ksenephon ve arkadaşlarına yağmalama sırasında yardımcı
olmuyorlardı Fakat Trabzon çevresindeki bir gülük mesafede yiyecek
kalmayınca onlara kılavuz vererek Trabzon'un güneyindeki dağlık bölgede
yaşayan Driller'in ülkesi (bugünkü Torul bölgesi) ne götürdüler.
Ksenophon, Driller'i bölgenin en savaşçı milleti olarak tanımlarken
Trabzon'da oturan Helienlerin bunlardan çok kötülük gördüğünü
kaydetmektedir.
Savunmaya elverişli olmayan köylerini yakarak boşaltan Driller derin
vadilerle kuşatılmış olan başkentlerine çekilmişlerdi. Önden
giden 2000 kişilik grup başkenti kuşatmış fakat tahkim edilmiş bu
yeri alamayacaklarını anlayarak geri çekilmeye başlamışlardı.
Geri çekilince anında Driller arkadan taarruza geçince buradan çabucak
uzaklaşamayacaklarını anlayan Hellenler geriden gelen kuvvetlerden
yardım istediler.
Ksenophon kumandasında yardıma gelen birlikler buradan zaiyat vermeden
çekilmenin mümkün olmadığını görerek şehri ele geçirmeye karar
verirler. Şehrin etrafındaki hendeği ve müstahkem mevzileri aşan
Hellenler şehre girince burada bir de iç kalenin olduğunu görür ve
kaleden çıkan askerlerin saldırısına uğrarlar. Geri çekilecekleri
yolun sarp olması ve şehirdeki iç kalenin alınmazlığı onları zor
duruma sokmuştu. Ksenephon bu durumu anlatırken "Kalmak da bela
idi, kaçmak da...." diye yazmaktadır.
Şehirde tesadüfen çıkan bir yangın onlar için kurtuluş olur. şehir,
kalesi hariç bütün evleri, kuleleri, şarampolleri ile yanmıştı.
Fakat Hellenler ertesi gün Trabzon'a giden çok dik ve dar yoldan
inerken tekrar Driller'in saldırısına uğradılar.
Trabzon ve çevresinden yiyecek sağlamak imkanı kalmadığı için
Hellenler, hasta ve yaşlıları daha önce ele geçirilen gemilere
bindirir, kalanlar da yaya olarak, Trabzon'dan ayrılır. Trabzonlu kılavuzlar
eşliğinde üç gün sonra Kerasus (bugünkü Giresun)'a ulaşırlar.
Giresun da Trabzon gibi Kolkhların memleketinde bir Sinop kolonisi idi.
Burada on gün kalarak bir sayım yaparlar. Kolkhların memleketine
girerken yaklaşık 9800 kişi kadar olan Hellenler, burada 1200 kişi
zaiyat vererek 8600 kişi kalmıştı.
Giresun bölgesindeki dağlarda yaşayan bir halk Giresun'daki kolonici
Hellenler'le dostane ilişki içindeydi. Bazıları Giresun'a gelip
kasaplık hayvan ve başka şeyler satıyor, alışveriş ediyorlardı.
Ksenophon'un ordusundan bazıları bu halkın Giresun'a yakın olan köylerine
giderek öteberi satın almış ve bunların küçük ve savunmasız köylerini
kolayca yağmalayabileceklerini sanarak bir gece bu köyleri yağmalamak
üzere yola çıkmışlardı. Fakat yağmacılar daha yolda iken güneş
doğmuştu. Durumu fark eden bölge halkı hemen bir araya toplanarak
baskıncıların (çoğunu öldürmüşler, ancak birkaç baskıncı
Giresun'a kaçabilmişti.
On binlerin Giresun'dan ayrılacağı gün bu halkın ihtiyarlarından
bazıları Giresun'a gelerek ordu kumandanlarıyla görüşüp köylerini
yağmalamayı nasıl düşünebildiklerini öğrenmek ve ölülerini gömmek
üzere alabileceklerini söylemek isterler. Fakat baskından
kurtulabilen Hellenler'in kışkırtması ile bu üç elçi taşlanarak
öldürülür.
Giresun'dan ayrıldıktan sonra Mossynoik'lerin ülkesinin sınırına
varırlar. Ksenophon, Giresun ile Ordu arasında oturan bu halkı,
Hellen dilinde "Ahşaptan yapılma evlerde oturan halk" anlamındaki
Mossynoikos kelimesi ile adlandırmaktadır. Mossynoikler yasadıkları
müstahkem mevkilerine güvenerek onları memleketlerinden geçirmeyeceklerini
söylerler. Bunun üzerine Trabzonlu kılavuzlar vasıtası ile daha batıda
oturan ve doğudakilerle aralarında siyasi düşmanlık olan batılı
Mossynoikler'le temasa geçerler Ksenophon ile batılı Mossynoiklerin
başkanları bir araya gelerek doğulu Mossnoikler'e karşı bir ittifak
kurarlar. Varılan anlaşmaya göre onlar batıdan hücum ederken
Hellenler'le birlikte savaşmak ve yol göstermek için de yardımcı
kuvvet göndereceklerdi
Ertesi sabah, her biri üç kişi taşıyan üç yüz kayık gelir. Kayıklardaki
ikişer asker karaya çıkar ve kayıklar geri döner. Yüzer kişilik
altı bölük oluşturan Mossynoik savaşçıları içlerinden birinin
okuduğu şarkıya eşlik ederek yürüyüşe geçer ve başkentin önündeki
kaleye taarruz ederler. Fakat kaleden çıkan düşmanları kısa sürede
onlara üstünlük sağlar ve onları geri püskürtürler.
Kale ve şehir ertesi gün yapılan saldırılarla alınmış ve buradan
kaçanlar yukarıdaki başkente kadar kovalanmıştı. Hellenlerin
taarruzlarını burada da durduramayan Mossynoikler kaleyi bırakarak çekilirler.
Tepe üstünde ağaçtan yapılmış bir kule evde oturan, halktan
toplanan vergiler ve kamu malından geçinen Kralları ilk zapt edilen
kalenin kralı gibi bulunduğu yerden ayrılmadığı için kule-evi ile
birlikte yakılır.
Zapt edilen yerleri dostları olan Mossynoikler'e bırakan Hellenler
yollarına devam eder ve tıpkı bu günkü gibi birbirlerine yaklaşık
on kilometre mesafede kurulmuş olan Mossynoik şehirlerinden yürüyerek
sekiz günde, pek kalabalık olmayan ve Mossynoiklerin uyruğu olarak yaşayıp
daha ziyade demir madenlerinde çalışan Khalybler'in memleketine ulaştılar.
Khalybler Ksenophon'un Karadeniz bölgesinden geçerken bahsettiği
halklardan en meşhur olanıdır. Onun bize verdiği bilgilerden öğrendiğimize
göre, Macronlar, Kolkhlar ve Mossynoikler ve Trabzon'dan daha önceki
kaynaklarda bahsedilmemesine rağmen Khalybler'den eski kaynaklarda
bahsedilmekte ve bu halk Batı Anadolu ve Ege'de bilinmektedir.
Homeros'un İlliada destanında Alybler/Alizonlar olarak geçen ve
madencilikte ünlü bu halktan, Ksenophon da aynı özelliklerini
belirterek bahsetmekte fakat onların Mossynoikler'in uyruğuna girmiş
olduğunu belirtmektedir. Alizon sözünün Hellen dilinde "Deniz kıyısında
yaşayanlar" anlamına gelmesine rağmen Bilge Umar bu sözcüğün
Eski Hellen dilinde (Luwi/Pelasgos dilinde) "Deniz, tuz" anlamındaki
"Ali" sözcüğünden geçmiş olduğunu belirtmektedir. Bu da
bize demir madenciliği ile ünlü bu halkın sahille olduğu kadar şap
madenlerinin bulunduğu Şebinkarahisar bölgesi ve kuzeyindeki dağlık
bölge ile de ilgisi bulunduğunu düşündürebilir.
Bundan sonra Tibarenler'in ülkesine (Bugün Ordu'nun doğusundaki Turna
suyu Deresi'nin olduğu bölge) ulaşan Hellenler deniz kıyısında
birkaç müstahkem yerleri bulunan ve nispeten düz olan Tibarenlerin ülkesinde
iki gün ilerleyerek Sinop'un kolonisi olan Kotyora'ya (bugünkü Ordu
şehri yakınında) ulaşırlar.
Ksenophon'un eserinin sonunda da belirttiği gibi Bayburt'tan sonra
girmiş olduğu Trabzon bölgesinde yaşayan Makronlar, Kolkhlar,
Mossynoikler büyük Pers krallığının Anadolu'daki valiliklerinden
(satraplık) bağımsız yaşayan, kendi yasaları ile yönetilen
halklardı. Orduları ya da tehlike anında harekete geçen bir savunma
sistemleri vardı. Yaşadıkları vadiler yiyecek ve bazı ihtiyaçlarını
karşılamakta yetersiz olduğu için çevrelerindeki halklarla ya da dışarıdan
gelen tacirlerle daima iyi ilişkiler geliştirerek kendi varlıklarına
bir tehdit yöneldiği ana kadar barışçı kalmışlardı. Ancak bir
tehdit oluştuğu zaman süratle bir araya gelerek ortak savunma
sistemlerini harekete geçiren bu halkların birbirlerinden farklı dil
ve ananeleri olmasına rağmen ortak özellikleri gururlu, cesur ve özgüven
sahibi olmalarıydı.
Tarım yapıp sığır besledikleri ve şarap yaptıkları gibi avladıkları
yunus balıklarının etlerini tuzlayıp küplere bastırıyor, ayrıca
zeytinyağı gibi kullanılan balık yağı da elde ediyorlardı. Fındık,
ceviz ve kestane gibi yemişler de en önemli besinleri arasındaydı.
Bunları haşlıyor ya da fırında pişirerek yiyorlardı.
Ksenephon, Mossynoiklerin başkenti ve yakınındaki bir kenti ele geçirip
yağmaladıklarını anlatırken, kilerlerinde geçen seneden kalma
ekmeklerin yanı sıra o senenin tahılına da rastladıklarını,
bunların sapları üzerinde saklanmış kızılcık buğdayı olduğunu
da yazmaktadır. Bu bize bugün birçok Karadeniz köyünde görebileceğimiz
taneleri üzerinde kurutulmak üzere Seran der/Paska/Naylalara ya da
evlerin saçak altına asılmış, taneleri üzerinde mısır koçanlarını
hatırlatmaktadır. Ksenophonun bahsettiği kızılcık buğdayı belki
de mısırdan önce bölgede yetiştirilen ve Laz ut/Laz ot da denilen
bir tür darı idi. Laz ut/Laz ot adı darıya benzediği için mısıra
da verilmiştir. Bölgenin en ünlü ürunü ise, bölgede yaşayan halkın
dışarıdan gelen orduları yenmek için bal (Tutan Bal/Deli Bal) idi.
Birbirlerine yaklaşık 10 km mesafede kurulmuş şehirlerinin ve dik
vadi yamaçlarındaki köylerinin birbirine dar patika yollarla bağlandığı
kuşkusuz ama Ksenophon'un da açıkça yazdığı gibi deniz kenarındaki
şehirleri birbirlerine bağlayan yol sistemleri ile Karadeniz'de
gezinen çok sayıda irili ufaklı yelkenli gemileri vardı.
Miletoslular, Karadeniz sahilindeki halklarla ticaret yapmak için,
kendilerinden önce bu sahilde koloniler kurmuş olan Frygler'inkine
benzer bir sistemle ve birçok yerde de onların eski koloni şehirlerinin
bulunduğu alanlarda koloniler kurmuşlardı. Ksenophon'un merkezi ve başkenti
Sinop olan koloni sisteminin Trabzon, Giresun ve Ordu'da olan üç
halkası hakkında verdiği bilgileri değerlendirerek bu kolonilerin
yerli halklardan bazıları ile iyi ilişkiler içinde yaşamalarına rağmen
onlardan ayrı, karadan gelebilecek her türlü tehdide karşı tahkim
edilmiş yerlerde yaşadıklarını ve bu yerlerin kenarında komşu
halklarla ticaret yapmak için pazar kurduklarını söyleyebiliriz. Ayrıca
denizden gelebilecek tehditlere karşı da savaş gemilerine sahiptiler.
|